20130805

Battle Born.

one night alone.

def leppard eşliğinde yazıyorum, yazlıktayım, hava sıcaklardan da sıcak. yeniden düzenli olarak yazmayı öyle çok istiyorum ki. buraya, bi kağıt parçasına, bi duvara. nereye olursa olsun, bir yere yazmam gerektiğini biliyorum. artık ne eski enerjim, ne de eski kafesim yok sanırım. kafes insanı bi şeyler yapmaya zorluyordu, kendi özgürlüğüne - olabildiği kadar - kavuşunca insan, suçlayacak kimsesi kalmıyor. kızgınlığı kendine yöneltmek de sürekli olarak kaldırılabilecek bir şey değil.

kendi kararlarından sorumlu olmak. kendi hayatınla kendin uğraşmak.. bu blogu açtığım günden beri uğruna savaştığım şey buydu. hayatımın kilit noktası. bu olsa, her şey düzelecekti, hayatım inanılmaz düzgün, bense mutlu bir insan olacaktım sanki. evet, merhaba, ben ceren ve kendi hayatımdan ben sorumluyum, hadi bakalım. peki mutsuzluklar azaldı mı? hayatım kökünden değişti mi?

her şey o kadar yetişkinleşti ki değişiklikler bile eski depremleri yaratamıyor. eskiden, şu an olanların onda biri olsa hiçbir şey asla eskisi gibi olamaz ruh haline girebilecekken, şu an tık yok.

you take things, and you let them all in.

gibi. eskisi kadar kızgın olmaya izin yok artık. illa madalyonun diğer yüzünü de çevirecek, en ufak işlemesini ezberleyene kadar bakacak, aklına kazıyacaksın. sonra kız, hala kızabileceksen. kendini herkesten önce tutup, "ama onlar bana böyle böyle yaptı"lar yok artık. "ama onlar da kimbilir neler yaşıyordu.."lar var. eğlenceli mi, kesinlikle hayır, hayır.. ancak şaşırtıcı bir biçimde, kişiliğime daha uygun düşen buymuş. senelerce romantizmin upuzun dallarına hayatım pahasına tutunan ben, realistmişim. ben, realist bir insanmışım arkadaşlar, nerelere gideyim?

şimdiyse anlaşılmak, hiç olmadığı kadar zor. her şeyi olanca yalınlığıyla anlatabileceğimi düşünürken, öz ifade yeteneğimin en yüksek olduğu altın dönemimi yaşarken, anlaşılmak ve insanlarla düzgün ilişkiler kurabilmek eskisinden de zor. gerçek, baş düşman. gerçek moral bozuyor, gerçek şeyler karamsar olarak nitelendiriliyor. olma "ihtimali" bile tartışma dışı, yüzde yüz olacak, kesinlikle gerçekleşecek bir şeyden bahsettiğinde bile yanlış nitelendiriliyorsun. çünkü insanlar, gerçekle yüzleşme anına kadarki her saniyeyi, her saliseyi mutlu geçirmek istiyorlar. olacakları düşünmeden. o an geldiğinde düşünecekler.

herneyse, bir de şu var ki, büyümek olgusu kendini hissettirmiyor. on sene önce nasıl hissediyorsam öyle hissediyorum hala. boyum, düşüncelerim, tavırlarım değişmiş olabilir, ama hayatım boyunca hiçbir değişiklik olmadı, hep aynı insanmışım gibi hissediyorum. küçükken "büyümek" bambaşka bir olguydu, kökünden değiştirirdi seni, sanki ceren olmayı bırakıp Ceren olacaktım, olduğum insan değişecekti, böyle sarsıcı bir hissiyat değişimiydi beklediğim. 80 yaşımda da böyle mi hissedeceğim? olduğum insan gibi? bu hem harika, hem de ölümüne korkutucu. hala doğduğumdaki gibi hissediyorken kendimden kat kat yaşlı bir bedenin içinde dehşete düşmez miyim?

görüldüğü üzere bu kafa hala son hızla düşünce üretiyor, uğraştıran, zaman zaman boğan, bunaltan düşünceler. belki de gerçekten düzenli yazmanın zamanı geldi.

*while everyone's lost, the battle is won, with all these things that i've done. (time, truth, hearts.)