20090831

yirmiikiyirmialtı.

sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.


burda keşfettim bunu. ne de güzel.

onyediondokuz.

bazı insanların kaybolmuşluklarını hissettikçe ağlamak istiyorum.

20090830

yirmiikisıfırdokuz.

nasıl sıkılıyorum nasıl. ve bunu göndermeden önce tam beş tane cümle yazdım.
sildim sonra.

why
she
had
to
go
i
don't
know.

she wouldn't say.

yesterda-a-a-ay.

onüçotuzdört.

geçmişi çok özlüyorum bu ara. Ama hani özlenecek bi geçmişim de yok ha. benim özlediğim belli dönemler, belli anılar var. Hepsini de belli şarkılarla hatırlıyorum. mesela, bir rem-everybody hurts dönemi vardır. dila ve benim yakınlaşmaya başladığımız ve ikimizin çeşitli sorunlarla boğuştuğu bir dönem. durup durup dinlerdik. o dönem çok açık bir gri.

sonra oasis dönemi var. oks'den önceki yazdı sanırım, hani şu japonya'daki dünya basketbol şampiyonasının olduğu yıl. o yaz oasis'le tanışmıştım ve sürekli stop crying your heart out ve don't look back in anger dinlerdim. champagne supernova'nın ne demek olduğunu düşünür ve "aaaaa vaç dı sıtorii mornin gıloriii" şeklinde bağırarak gezerdim evde. saman kağıdı rengindedir o yaz. biraz da sepya.

ve sonra almanya'ya gittiğim yaz var. dokuzuncu sınıfın yazı yani. önce kapadokya'ya gitmiştim. mutluydum, iyi bir de ilişkim vardı. o yaz kapadokya'dan dönünce almanya'ya gittim. ve aldatıldım. canıma okunmuştu. o 30 günün 20'sini ağlayarak geçirmiştim. işte o dönemi çok parlak renklerle hatırlarım. yanmış bir film gibi. parlak, ama çok keskindir ve net değildir. o kadar parlak gözlerimi yakar. ve şarkı olarak, alter bridge-in loving memory. sürekli onu dinlerdim.

aslında özlenecek anılar değil gördüğünüz gibi. ama hayatımı fotoğralarla dolu bir çekmece olarak düşünürsek, bu kareler çok belirgin kareler, dönüm noktalarının şahitleri gibi. şu anda hayatım çok sıradanmış gibi geliyor ve yeniden önemli bir şeylerin içinde olma hissini yaşamak istiyorum. o zamanlar o anların ne kadar önemli olduğunu bilmiyordum, ama şimdi bunu bilerek o anları tekrar yaşasam falan diye düşünüyorum sanırım. bilinçaltım tamamen işe yaramaz.

bir de yeni anılar var aslında.. izmir'e geçen gidişim mesela. turkuaz bir şeride sarılmış ince gümüş rengi iplikler şeklinde hatırlayacağım. ve say hello to heaven ile. ve bitti işte, o anılar da hiç geri gelmeyecek.

hayat sürekli devam ediyor ve ben yolumu bulmaya çalışmaktan sıkıldım.

20090829

onsekizyirmidört.

buz mavisi bi akşam üstü geçirmeyi, yağmuru dilimde hissetmeyi ve salakça gülüp ne kadar tatlıymış demeyi, o an farkında olmamayı ama bunun yirmi yıl sonra dönüp baktığımda hala hatırlayacağım anılardan olmasını istiyorum.

i me mine. mim.

Güzide bir Beatles şarkısı eşliğinde, başlıyorum. Konusu içimdeki ben imiş. Hadi bakalım.

İnsan sever Queen: Ben insanları çok seviyorum aslında. Beni aksi ve çekilmez biri olanlar buna inanmak istemezler. Ama ben çok düşünürüm, gereğinden fazla. Çevremdeki bütün insanları severim aslında. Kötü yönlerini de. Onları oldukları kişi yapan nedenleri düşünürüm ve kötü huylarının nedenini bulurum bu şekilde mesela. Bu ruh halindeyken kimseyi suçlamam.


Huysuz Queen: Ah işte bu tarafımla tanışmayı pek istemezsiniz. Bir şeylere kızdığımda çekilmez olurum. Ve yukarıda anlattığım Ceren'den çok farklı olarak, kimseyi terslemekten çekinmem. Dünyanın en aksi insanı olabilirim. Ve insanlar yaka silker benden. Bir başka huysuzluk anı, sabah. Eğer beni uyandırırsanız, huysuz queen'le hiç de hoş olmayan bir tanışma yaşarsınız.. Ah bir de ben çizim yaparken rahatsız ederseniz. Evet.

Güzin Abla Queen: Çevremdeki herkesin sırlarını taşırım. Yeni tanıştığım insanlar bile bana sırlarını vermekten çekinmezler ve kendi dertlerime çare bulmasam da, aynı anda beş kişinin psikologluğunu yapabilirim. Yani tam dert ortağıyım sanırım, omzumda ağlayabilirsiniz efendim.

Sanatçı Queen: Yeni bi şeyler çizmeyi düşünürken ya da elimde fotoğraf makinası varken büründüğüm haldir. Genelde gözüm hiç bir şeyi görmez. Konsantrasyonum bozulursa hırçınlaşabilirim ve hep birlikte ikinci adıma döneriz, huysuz kraliçe'ye. Eh, bunu istemeyiz elbette.

Kriz Queen: Bazen kendimi suçlarım. Aralıksız, her şeyde. Ve böyle anlarda sinir krizi geçiririm genelde. Öfkemi, kendi üzerimden kusarım. Daha sonra aslında gerçekten sahip olduğum tek şeyin kendim olduğunu algılar ve sakinleşirim. Böyle durumlarda yaptıkları için babama saldırdığım da olur. Malesef ki çok zor sakinleşirim ve gözüm bir şeyi görmez.

Melankolik Queen: Evet, ipoda o mutsuz şarkıların hepsini bu tarafım atıyor. Melankoliden zevk alan, Manic Street Preachers'ın happy being sad mottosunu benimsemiş bir yanım var ve bana gerçekten zorluk çıkartıyor.

Çıldırmış Queen: Genelde bu yan beni ele geçirmiştir. Aklıma geleni söylerim, sonuçlarını düşünmem. Hey, çıldırmış, sana söylüyorum. Bir şeyi beğenmediğimizde "biliyor musun iğrenç görünüyorsun!" diyoruz ya senin yüzünden, arkadaşsız kaldık farkında mısın? Neyse, biz böyle de iyiyiz haklısın.

Aptal Queen: Her seferinde güvenen ve her seferinde kazık yiyen bi salak bu. İnsan sever'in etkisinde kalıyor biliyorum. İnsanların değişebileceğine inanıyor. Sürekli yarı yolda bırakıyor bizi ve çıldırmış'la hiç iyi geçinemiyorlar. Ama kazıkları yediğimizde melankolik queen ağzımıza sıçarken de hiç ortalarda görünmüyor kendisi, kınıyorum.

Mother Queen: Anne. İflah olmaz bi anne. Kendi anneme annelik yapıyor olmamdan dolayı oldukça geliştirdi kendini bak. Her şeyle başa çıkabilecek güçte. Her şeyle ilgilenebilir, sorunları çözebilir, şefkat doludur. Bilemedin, kendisine karşı değil.

sıkıldım queen: bu yazıyı bitirmeme neden olan kraliçedir. obey the queen.

öptük hepinizi.


Angelica'ya teşekkürler.

20090828

yirmibiryirmiüç.

Bu bi geçmiş olsun yazısıdır.
Günlerdir "ay hastayım Meliiih, kolum morardı Melih, ölüyorum galiba ya.." şeklinde başını şişire şişire, onu da hasta ettim.

kendisine dilediği kadar başımı şişirebileceğini iletir, hasta hasta öperim.
geçmiş olsun kontum!

20090826

sıfırikiyirmibeş.

oha.
az önce kendime baktım ve..
ŞOK OLDUM.
serum izleri diye mızıklanıyordum, ama hiç birşey görmemişim henüz.
ben bembeyaz bi tene sahibim, hele hastalıktan sonra.
üstüne damarlarımın belli olduğunu düşünün.
Parmak uçlarıma kadar hepsinin. mosmor. lacivert. Tam kolumun ortası, serum takılan yer siyah. beyaz tenlilerde olurmuş.

Kan değil mürekkep dolaşıyor ve sanırım ben şeffafım. Anam, korku filminden çıkıp geldim de.

vay anasını.

20090824

yirmiüçonbir.

ben bu gün 17'yi bitirdim.

toplam onyedi yıldır ölmüyorum ha.

20090823

dandik capon filmleri rocks.

dün gecenin bi yarısı, annemin "hadi film varmış izleyelim" yalvarışına karşı koyamayıp salona konuşlandım. hastalıktan dolayı zaten sürekli yatasım var, o sebeple hadi, dedim. izleyelim bakalım.

fakat film daha ilk sahneden BEN BÜTÜN KORKU FİLMİ KLİŞELERİNİ İÇERİYORUM şeklinde bağırıyordu. karanlık yol, arabada tercihen yeni evli ve sürekli sevişen bir çift, bu yoldaki tek arabanın bu çifte ait olması, çiftin kaybolması, haritaya bakarken yolun ortasında bir şeyin (tercihen gecelikli, siyah ve uzun saçlı bi japon kadını) belirmesi, ona çarpmamak için kaza yapmak.

Evet, film aynen böyle başladı. pek sevgili japon hayaletimiz yolun ortasında duruyordu, geceliği dalgalanıyordu. Çiftimiz kendine geldiğinde kız gitmişti elbette ve kimse kadının o kızı gördüğüne inanmıyordu, kendi kocası bile. Dakikalarca "SANA GÖRDÜM DİYORUM DEYVİD LANET OLSUN." haykırışlarına katlandıktan sonra işler tatlıya bağlandı ve çiftimiz ebesininamında bi dağa tatil yapmaya gittiler. Tabi ki japonumuz aynalardan yansıyor, kapı aralarından beliriyor, saniyelik gerilimler veriyordu. Çift oynaşa sevişe, tatili geçirirken sürekli fotoğraf çekiyordu.

Olay şu, adam japonyada iş bulmuş karısını da almış japonya'ya gidecek. En sonunda işte japonyadaki evlerine yerleşiyorlar ve fotoğrafları banyo ediyorlar. Görülüyor ki, beyaz bi ışık bütün fotoğrafları bozmuş. Enee makina bozuldu heralde diyip umursamıyorlar. Ya çok üşendim devamını anlatmaya. Bu hayalet kız hepsinin canına okuyo tamam mı. Çiftin iki arkadaşı ölüyo. Kadın sürekli hayalet tarafından rahatsız ediliyo. Adam da.

Sonra anlıyoruz ki hayalet, adamın terkettiği eski sevgilisiymiş. ADam terkedince intihar etmiş falan. Kadının cesedini bulup yakıyolar ve new york'a dönüyolar. Ama sonra tekrar anlaşılıyo ki, adamın ölen o iki arkadaşı ve adam, bu kadına tecavüz etmişler o yüzden kadın bunları kovalıyomuş falan. Sonra işte çift ayrılıyo, kadın hayvansın rıza diyerek adamı terkediyo. Hayalet adamın peşini bırakmıyo. Adam intihar etse de ölemiyo.

Ve hayalet sürekli adamın omzunda oturuyo. Adam da omzunda bi hayaletle akıl hastanesine kapatılıyo.

Yaa, ne filmler var.

onikisıfırüç.

birilerinin sizi umursadığını bilmek ne güzel bir duygudur öyle.

20090822

onsekizotuz.

ben bugün biraz boğazım ağrıyor diye doktora gittim.
ve kendimi kolumda serumla acil serviste yatarken buldum. hayat ne garip ha.

20090819

yirmiikiotuzyedi.

APARTMANDA BÜYÜDÜM BEEEEEN.



kalbim buna dayanmaz.

artıonsekiz.

drunk.:
dün otobüste bi adam ereksiyon oldu.
çok acı çekti.
anemic royalty:
sauhahuahu
drunk.:
gözlemledim.
anemic royalty:
ne gördü aceba
sen de adamın çükünü mü izliyosun
drunk.:
uzaktaydı ama.
ahuahuah çok komikti ama.
bi buhran anı
anemic royalty:
ahuahua sus be
drunk.:
indi sonra
anemic royalty:
inişini bile izlemiş ya
drunk.:
adam otobüsten indi yani ahuahauah
anemic royalty:
ha
drunk.:
ahuahau

20090817

sıfırüçsıfırbeş.















özlemek.

sıfırbirotuzdört.

tell me when the kiss of love becomes a lie
that bears the scar of sin too deep to hide behind this fear
of running unto you
please let there be light

in a darkened room

20090810

onyediotuziki.

dün ilk defa birine içimi döktüm.
dün ilk defa biriyle ağlayarak ve konuşarak sabahladım.
dün uyuduğumuzda sabah altıya geliyordu.

20090808

onsekizon.

sanırım büyüdüm ben.

20090806

yirmiikiotuziki.


XYZ'nin just a friend adlı şarkısına ölüyorum. Öyle bi derdim yok, sözlerdeki gibi, ama ölüyorum yine de. Yarın evimize misafir gelecek bizim. 10 kişi gelecek. 2 tane de bebek. Odamı büyük bi centilmen gibi paylaşıyorum. Daha doğrusu bebekli ailelerden birine bağışlayıp çatı katına soteleniyorum.

Ama tabi bebek denince alarma geçtim. Odamda ne kadar riskli eşya var hepsini yüksek raflara kaldırdım. Ne tehlikeli şeyler çıktı var ya, toplarken dedim yuh. Bi tane makas, bi tane dikiş iğnesi, okulun laboratuvarından yürüttüğüm bi jilet, bi boş cin şişesi, aseton kutusu, bazen kalem açmak için kullandığım maket bıçağı ve daha niceleri. Hayır ben de dikkatli bi insan değilim ki, nasıl hayatta kaldım bugüne kadar şaşırdım görünce. Ha bi de yemesin diye japon yapıştırıcısını kaldırdım. Kitaplığa büyük Galatasaray bayrağımı örttüm ki ardındaki dağınıklık görünmesin.

Odayı toplıyım derken bütün kıyafetlerimi de dolaptan çıkartıp yere fırlattım. 4 raf. Bi de askılık tabi. Bütün grup tişörtlerini bi yere koydum. Annemle yeni aldığımız daha insani kıyafetleri bi yere koydum. Bi yere de pantolonları.

Ve geri kalan ne varsa attım. Şaka yapmıyorum, yığınla kıyafet attım. Vercez onları birine. Bu aralar bi hal var bende, her şeyi atıyorum, her şeyi siliyorum. 200 kişi sildim msn'imden dün. 234 mü neydi. Deep Purple çalıyor yine. Fools.

Bu ara hayat çok yorucu. Geç yatıp erken kalkmaca. Mesela 9'da kalktım bugün. Banyoya girdim. Köpeklerimi besledim. Ders çalıştım sonra. Ha arada bi bardak süt içtim. Kendine dikkat eden bilinçli bi insan gibi kalkıp banyoya girdim erkenden. Hiç bana göre haller değil bunlar. Haz etmiyorum. Bi daha da yapmam. Ama şimdi banyo ne güzel olurdu ha, sıcak zaten.

Kıyafetleri düzenlerken hüzünlendim. Kış geliyo kazulet gibi kalın kalın şeyler çıkacak yine meydana. Meymenetsiz. Kazak. Saçların elektriklenmesi hali. Bokum gibi.

Dün değil önceki gün annemle alışverişe gittim ben. Dün müydü yoksa? Yok yok önceki gündü Kıyafet falan aldım. Hayatımda ilk defa bi kıyafetin etiketini sevdim yalnız.

all the lonely people
where do they all come from

all the lonely people
where do they all belong.


peki ya yediğim mantarlı makarnanın tadının damağımda kalması?

sıfırsıfırsfırıyedi.

ajan moskito kuyin.


bu anı kaçıramazdım.

20090805

Deep Purple.


Deep Purple dinledikçe aklıma konser gecesi geliyor. Hakettiği kadar da yazamadım ben o gece hakkında, kendime gelince yazarım diyordum. Anca geldim, ahaha.. Sometimes I Feel Like Screaming'i dinlerken yeniden aşka geldim ve dedim, hadi yaz artık.

Bu konsere gitmem tamamen sürpriz oldu benim. Yani aslında, tarih belli olduğundan ve biletler satışa çıktığından beri gitmek istiyordum, annemin başının etini yemiştim ve "tamam ben bileti ayarlarım" demişti o da bana. Ve ben temmuz ayına kadar, oley lan Deep Purple konserine gidicem resmen şeklinde mutlu ve huzurlu bir yaşam sürdüm. Derken uğursuz bir gece, annemin telefonuyla bütün sinirlerim bozuldu. Biletler ayarlayacağı arkadaşı son anda yan çizmişti, o arada da bilet fiyatları fırlamıştı, yani avantajlı dönem çoktan bitmişti.

Annem, "neyse bakıcaz artık bişeyler" diyordu falan ama, zaman da hızla ilerliyordu. 18 temmuz oldu, annem hala bakıcaz diyodu. Asıl problem gidecek kimsenin olmamasıydı. O biletleri ayarlayabilseydik annemle birlikte girerdik, ama şimdi para verip de ancak bi tane bilet alabilirdik. "Bul birini, ben alırım bileti o zaman." dedi. Ve inanılmaz ama, birlikte gidecek bi tane insan evladı bulamadım. Şehir sınırları içerisinde, bu potansiyele sahip herkes unirock peşindeydi. Dila da ayarlayamadı, kaldım mı dımdızlak.

Bilet de alabirim, bu sefer kendi yüzümden gidemiyor durumuna düştüm. Yani sorun bendeydi birini bulamamıştım, yoksa annem elinden geleni yapmıştı. Tek giderim lan nolcak yaa diye anneme uyguladığım baskılar sonuç vermedi. Böyle bombok geçen günlerin ardından, 19 Temmuz Pazar gününe ulaştık.

Konser ertesi gün, hala benim hiç bişeyim belli değil, sinir olmuşum oturuyorum. Annem aradı ve, "hadi biletini alalım ben gidebileceğin birini buldum." dediğinde, kalp atışlarım Steve Morse'un kulağına kadar gitmiştir, eminim.

Biletleri aldık ve ben, son anda, DEEP PURPLE KONSERİNE GİDİYOR oldum. Şimdi böyle son günde hallolunca, idrak edemedim haliyle. Oldukça sakin vaziyette dolanıyordum ortalarda. Ertesi gün oldu, evden çıktım, hala konsere gideceğimin farkında değildim. Ama ne zaman ki kuruçeşme'ye girdim, ne zaman ki koluma sahne önüne geçmemi sağlayan o kutsal lacivert bileklikleri taktılar, ben dedim OHA KONSERDEYİM. Elimde bi bardak bira vardı, AC/DC çalıyordu ve ben Deep Purple konseri için bekleşiyordum.

Ortam mükemmeldi. Sahne önü kalabalık değildi. Hele Metallica'da elli bin kişiyle, düşecek yer olmadan tepinen biri için, hiç kalabalık değildi. Kendilerini riske atmak istemeyen, gerçek Deep Purple nesli sahiplenmişti önü. Never Too Old To Rock tişörtlü amcadan, torunuyla konseri izlemeye gelmiş teyzeye kadar, coşkulu bi kalabalıktık ve geri kalan izleyiciler, sahne önündeki dedelerimiz yaşındaki kalabalığa saygıyla bakıyorlardı. Genç yaşında bu grubun arasında kalmış bi kaç kişiden biri olan ben, direkt sırıtıyordum orda.

Grubu beklerken, sahneye en az Deep Purple kadar yaşlı elemanlar çıktı ve soundchecke giriştiler. Çok güldük, elemanları da onlar gibi diye.. Kimbilir birlikte kaç yıl çalışmışlardır. Derken grup çıktı. İddiasızca, herhangi bir şova ihtiyaçları da yok zaten, bir anda çıkıp çalmaya başladılar. Heyecanım ve idrakım o anda tavan yaptı işte. Gelmiştim, buradaydım ve notaları kanımda hissedebiliyordum.

Konser genel olarak çok iyiydi, grup yaşına göre, mükemmeldi. Sorun seyircideydi aslında, Smoke on The Water kalabalığı hakimdi. Şarkıların çoğunu tanımıyorlardı. Hani konsere geliyorsun, insan merak etmez mi kim bu adamlar, nasıl şarkıları var diye..

Işıkçılar çok iyiydi. Bilmiyorum, buna dikkat eden tek cins ben miyim? Smoke on The Water'da,

Smoooke on the waaaateeeer
Fire in the sky!


Işık düzeni aynen bu şekildeydi ve ben renklere mi dikkat edeyim, şarkıya mı bilemedim.. Bi de.. Söylemeden geçemiycem, STEVE MORSE İNSAN ÜSTÜYDÜ. Bütün konser boyunca, sağda durdu. Yani önümde. Tam önümde. Tam bir fangirl potansiyeliyle,

"STEEEEEAAAAAAAAAAYYYV!" şeklinde çığlıklar attım, kendimi - bi şekilde - duyurmayı başardım. İki-üç saniye gibi kısa bir süreliğine bana baktığında öpücük gönderdim, gitarını eğerek o mükemmel gülümsemelerinden birini yolladı.

Böyle işte, mükemmel bi gündü, hala etkisinden kurtulabilmiş değildim.

ps: Baba, istediğin kadar dalga geç, yaşı umrumda değil.

onyediotuzdört.

can sıkıntısı ne fena bir şey ya.


bak mesela şu yukarıdaki ilk cümleyi beş dakika önce kadar yazdım. o kadar sıkkınım ki devamını getiremiyorum. öf.

onbiron.

dün gece rüyamda, annemin tüm ailesinin şu anda babam ve sevgilisiyle yaşadığım eve geldiklerini, ve babamın sevgilisine kötü davrandıklarını gördüm.

yapmayın lan. seviyorum ben o kadını.

sıfırsıfıronüç.

eveet.
bu yazı sevgili abim Emir'e. Tanışalı neredeyse 4 yıl olacak. Ve bu dört yıl içerisinde, hayatımda oluşuyla hep güven verdi bana. Çünkü o hep ordaydı, ne olursa olsun hiç düşmedi, hep ayaktaydı. Hayatımda çok şey değişti, çok insan geldi, aynı hızla da gittiler. Ama o hep oradaydı, her zamanki gibi.

Neden bilmiyorum, ama bu bana bi güven veriyor. Onun hep, ne yaparsam yapayım yanımda olacağından eminim bi şekilde. Ve şimdiye kadar da beni hiç yanıltmadı. Metallica konserinde "ABİEEEEAAAH!" diye bağırarak üstüne atladığımı o anı hala tüm netliğiyle hatırlıyorum.

Bana attığın güzel şarkılar, öğrettiğin şeyler ve birlikte yaptığımız müzik sohbetleri için sana teşekkür ediyorum! İyi ki doğdun abi!

Seni seviyorum.

ps: asla trip çekmemeyi de senden öğrendim, ki oldukça değerli bir bilgiydi. :W

sıfırsıfırsıfırdokuz

Accept, Dokken, Tesla, Steelheart, Hardline, XXY, Twisted Sister,

şu iki gündür hayatımı ele geçirdiniz.

20090803

yirmiüçkırksekiz.

az önce bi sivrisineğin beni ısırmasına izin verdim. pişman değilim.

onbeşsıfırdört.

bazen bi anda bişeylerin farkına varıyorum. bi anda. ve o anlar hiç iyi anlar değil.

20090802

onbeşsıfırdokuzderkenonoldu.

Az önce, bunun hayatımda bi dönüm noktası sayılabileceğini farkettim. Büyümekle hala çocuk olmak arasında bi yer vardır ya, işte tam olarak oradayım şu anda. İlkokul, lise gibi bir şeylere bağlı olarak geçirdiğim son yaz bu. Yasal olarak aileme bağlı olarak geçirdiğim de son yaz ayrıca. Bundan sonra, bir şeyler başlayacak gibi geliyor. Seneye, bu zamanlarda okul telaşında olacağım evet. Ondan sonraki yaz, üniversitede ilk senenin bitimi..

Sonra, iş hayatı. Hayat işte. Bildiğin. Hiç bu kadar yakın görünmemişti gözüme, hiç bu kadar dibimde durmamıştı. Mesela, annemle aramdaki farklar her sene biraz daha azalıyor. Bi kaç yıl sonra, çalışan annenin çalışan kızı olacağım. Belki sonra, annesinin düğününde onun kızından çok arkadaşı olarak bulunan genç bi kadın. Bilmiyorum, hayatın derdine düştüm. Bu kadar yakında olması, 18 and life, you got it.

Çoktan o hayata atlayanların, "kıza bak yaa, bi bok sanıyor büyümeyi" dediğinden eminim. Ama ben de güzel bir şeyler beklemiyorum ki zaten. Büyüyeceğim, ah hayat mükemmel olacak gibi umutlarım yok. Zor ve bıktırıcı olacağını biliyorum. Derdim de bu ya zaten, olay çocukluğun monotonluğundan sıyrılıp yetişkinliğin monotonluğuna girmek.

Okul-ev ikilemi, iş-ev olarak değişecek. Tabi bir süre sonra, faturalar, onlar bunlar.. Maddiyat. Daha önce hiç düşünmek zorunda olmadığım şeyler. Ev idaresi. Şu. Bu. Bağımsızlık delisi ben, "ayrı eve çıkacam ulaaan" şeklinde tepinip, kıçımın üstüne oturucam sanırım ayrı eve çıkınca. Ah bi de şu 'yaparım ki' içgüdüm olmasa. İçimde biri var, öyle güveniyor ki kendine, hayatın ağzına sıçmış bir bilgeyim sanırsın.

Ama bunun nedeni 7 yaşımdan beri evde yalnız yaşıyor olmam sanırım. Eve gelir, yemeğimi ısıtır ve yerdim önce. Bütün eşyalarımı salona yayıp akşam yediye kadar annemi beklerdim. Diyafondan, kim oo diye sorduğumda, benim diyen sesini duyduğum anda bütün eşyaları kaptığım gibi odama fırlatır, yüzümde melek bir ifadeyle kapıyı açardım yorgunluktan ölmüş anneme.

Özetle, hayat çok yakından hissettiriyor kendini ve dershanem başlamak üzere. The Cure'un, Last Day Of Summer'ını dinlemenin de yarattığı etkiyle, hafif panik kokan bir yazı oldu bu. Asit yeşili.

şarkılarlacevapvermecemimi.

Eveeet, Angelica beni mimledi. Genelde bu işi çok saçma bulurdum, ama bu işe bayıldım. Çünkü bir artist seçip, cevapları onun şarkılarına göre veriyorsun. Bu iş için, Beatles güzel olurdu diye düşündüm ve yazmaya başladım!

Pick your Artist: The Beatles.

Male or female?: Girl.

Describe yourself: I am the Walrus.

How do you feel: I Feel Fine.

Describe where you currently live: Yellow Submarine

If you could go anywhere, where would you go: Octopus's Garden

Your favorite form of transportation: Free As A Bird.

Your best friend is: Michelle

What's the weather like: Getting Better.

Favorite time of day: A Hard Day's Night.

If your life was a TV show, what would it be called: Strawberry Fields Forever.

What is life to you: A Day In The Life.

Your fear: Eleanor Rigby XD

What is the best advice you have to give: All You Need Is Love.

Thought for the Day: Can't Buy Me Love.

How I would like to die: Help! ( :D )

My soul's present condition: Ob-La-Di! Ob-La-Da! (aahaha)

My motto: All You Need Is Love.


Supidoo, Arch. Mimi yediniz bebeğim.

20090801

yirmiüçelli.

gece gece wonderwall'u aklıma düşüren sevgili kontuma, selam ederim.

dj. ahaha.

onüçellialtı.

aaaanyaaa. spirit of freedom.
yine gök gürlüyor. yine köpeğim yusuflarda ve içeri aldım onu. bense perişan durumdayım. kaamı kaldıracak halim yok. deli gibi geç yattım. aslına bakılırsa, geç değil o, erken. 4 buçuk artık geçe değil, bir sonraki günün erkenine giriyor.
deep purple çalıyor, evde kimse yok, garip bir huzur dışında. babam bugün geç saatlere kadar çalışıyormuş. gel de sevinme.
izmir'e 10 gün kaldı. korkuyorum aslında, döndükten sonra bekleyecek bir şeyim kalmayacak çünkü. aah. böyle düşünmemeliyim. sürekli kendimi yoketmeye programlandığımı söylemişti bir arkadaşım. haklı.
babamsa bardağın boş tarafını gördüğümü. kıçına sok demek istedim, diyemedim.

babama demek isteyip de diyemediklerimi içeren bir blog açsam, yarısı küfür yarısı isyan dolu bir şey çıkar ortaya. vandalism.

yine karasinek doldu etraf. hay sikeyim. yağmur yağarsa dışarı çıkıp ıslanma planım var. ama plan yaptım ya, yağmaz şimdi it. İT.

farkettim ki akşama kadar söylene söylene yazabilirim böyle. dila HERZEVEKİLİ(tık!) dürtüklüyor, oldukça güzel oluyor. herzevekil fields forever. bense sabahtan beri pixies dinliyorum.

is she weird
is she white
is she promised to the night!


the who'ya geçtim.

m y l o v e i s v e n g e a n c e
thatsneverfree.