20091226

şok.

bugün bindiğim minibüsün şöförü başka bir sürücüyle bir kavgaya tutuştu. bi kaç yumruktan sonra bi hışım minibüse döndü ve,

“kusura bakmayın ama hepiniz hayvansınız, insan yardım eder! dayak yedim.”

diyerek gaza bastı. kadıköy’den maltepe’ye, o hızla 25 dakikada vardık…

20091225

ilk hikaye.

vücudunu sımsıkı saran giysisiyle öylece dikiliyordu. çadırındaydı, gösterinin dışında. elerini belki yüzüncü defa pudraladı. suratında anlaşılmaz bir ifade vardı.
Onu dış dünyadan ayıran ince, yıpranmış bez duvarların arkasından vahşi bir aslan kükremesi duyuldu. Ardından, dışarı çıkma isteğini bir anda silip süpüren o sinir bozucu ses: seyircilerin zavallı, şaşkın iç çekişi.

Onlardan nefret ediyordu.

Aptallığı sevmezdi. Ama bu sevmeyişin nedeni, o kalabalıktan daha fazla beyin hücresine sahip oluşundan değildi, hayır. Onlara benzemekten korkuşuydu sebep, bunu düşünmek bile korkunçtu. Her zaman farklı olmak istemişti. Onu bu sirkin bir numaralı ip cambazı yapan da buydu belki..
İpin üzerindeyken, kendini farklı hissederdi. Olağanüstü, önemli ve yenilmez. Ama ayakları yere bastığı anda, her seferinde, farkediyordu gerçeği, biliyordu. Bez duvarların ardındaki o vahşi görünüşlü aslanın aslında dünyanın en uysal aslanı olduğunu bildiği gibi, biliyordu işte. Burası bir sirkti ve burada, isimler de dahil olmak üzere, her şey yalandı.

Ama o, son günlerde engel olamıyordu ruhuna. Kabullenmeye ikna edemiyordu onu. Oysa öyle çalışıyor, o kadar çabalıyordu ki kendini kandırmak için... Ama ruhu çoktan anlamıştı.

Bir ipin üstünde yürümenin onu farklı yapmadığını biliyordu.

Daha da önemlisi, bir hiç olduğunu farketmişti. Bir sürüngen, kendinden kaçmaya çalışan bir zavallı..
Hep kulaklarını tıkadı bu acımasız gerçeklere. Aylardır, ruhuyla savaşarak sürdürmeye çalıştığı ikili yaşamını sürüyordu güçlükle.

Sahne adını da bu duruma en uygun gelecek şekilde değiştirmişti.
"Nar."
Başkalarına komik gelmişti bu. Ama genç adam, kendini başka bir isimde düşünemiyordu artık. Nar işte.. Dıştan bir bütün, içten paramparça..
Bedenini, ruhuun parçalarını bir arada tutan etten bir torba olarak görüyordu.

Ne yaparsa yapsın, işe yaramıyordu. Gösterisini ağırlaştırmıştı. Artık, altında koruyucu ağ olmadan çıkıyordu ipe. Düşerse, saniyesinde öleceğini bilerek.
Yüksekliği arttırmıştı. "İşte bu seni daha da alçalttı zavallı.." demişti ruhu alayla.
İp üstünde joglörlüğe başlamıştı. Onu farklı yapacak her fikri uyguluyordu..

Bir de şu düşme numarası vardı tabii.. En heyecanlı yerde, herkes soluklarını tutmuşken bir anda atıveriyordu kendini. Seyircilerin çığlıkları kulaklarını doldururken, tek eliyle tutunuyordu ipe ve ruhunun "neden, seni ahmak, neden tutunuyorsun?" haykırışlarına aldırmadan tek hamleyle geri çıkıyordu. Bu artık bir rutindi.

Artık kendini kandıramayacağı bir noktaya gelmişti.

Yükseklere çıktıkça, daha da rezi hissediyordu.
Her düşme numarasında, ipi tutmasını istemeyen benliğiyle mücadele etmekten yorulmuştu.
Git gide daha çok batıyordu ve artık kararını vermişti.
Bu gece, ruhunun kazanmasına izin verecekti ve bu sayede, kendisi de ruhunu geri kazanacaktı.

Yeniden bir bütün olmanın zamanı gelmişti artık, canına yetmişti.
Farklı olamadığını kabul etmişti işte. Kendisi gibi, dört yaşından beri ip üstünde debelenen herkesin bir gün usta olabileceğini biliyordu. Bunda özel olan hiç bir şey yoktu. Zaten, bir süre sonra vücudunu sızlatan onca morluk ve yaradan sonra, düşmekten nefret eder oluyordu insan, kendiliğinden ustalaşıveriyordu. Ve başarıyordu, kahretsin, başarıyordu ve farklı olduğu yanılgısına düşüp ruhunu satıveriyordu.

Ama bu gece, bitecekti. Sona erecekti. Yıllar önce yapması gerekeni yapıyordu, yenilgiyi kabul ediyordu. Aslında bütün insanlık farkındaydı gerçeğin. Çalımlı, gösterişli bedenlerinin altında saklanan ürkek, zavallı ve sefil ruhların farkındaydılar. Onları özgürlüğe kavuşturmak için gereken cesaret yoktu yalnızca kimsede.. Ama o, bu cesarete kavuşmuştu sonunda.

Hayatının ilk savaşını, ölüme giden bu yolda kazanıyordu.
Güldü bu düşüncesine. Sonra, güldüğü zaman yüzünde beliren o acınası, çarpık ifade geldi gözlerinin önüne ve derhal vazgeçti gülümsemekten. Yüzü duvar gibiydi yine.

Çadırın dışında, alkışlar artmıştı. Aslanların işi bitmiş olmalıydı, bu demekti ki kendi sırası gelmişti. Çok beklemesi gerekmedi, az sonra, sahte bir neşe ve aynı derecede sahte bir hayranlık duygusuyla çınlayan o ses, adını haykırdı. Son kez gördüğünü bildiği çadırına şöyle bir bakarak, ellerini bir kez daha pudraladı ve dengesini sağlayacak olan ciriti kavrayarak gösteri alanına çıktı.

İğrenç bakışları üstünde hissedebiliyordu yine. Daha önce binlerce kez yapmış olduğu gibi, yavaşça tırmanmaya başladı. Kısa bir süre içerisinde, kıl kadar ince ipin üzerinde dengedeydi. Onlarca metrenin üstünde.

Biraz oyalandıktan sonra, hayatta kalma numarasına sıra geldiğinde, kahkaha atma isteğini oldukça zor zaptetti. Çünkü bu gece yaptığı numara hayatta kalma numarası olmayacaktı. Hayatta kalıyormuş gibi yapmaca oynuyordu, düşününce, ne kadar da zavallıcaydı..

İpin tam ortasında duruyordu şimdi. Garip bir şekilde sakindi. Kendini ilk defa herkesten üstün hissediyordu. Kendi kulaklarına bile yabancı gelen vahşi bir kahkaha attı, bir saniye sonra boşlukta süzülüyordu..

Seyircilerin çığlıkları, duyduğu son şey oldu. Daha önce defalarca planladığı gibi, ciriti tam karnına saplanacak şekilde tuttu ve yere çakıldı. Uzun ve sivri sopa, karnından girip sırtından çıkmıştı. Ve başarmıştı işte, ruhunu bedenine zımbalamış, parçaları birleştirmişti sonunda! Bir daha hiç ayrılmamacasına.. O bir bütündü artık. Ruhuyla bir bütün. İki yüzlü yaşamını geride bırakmıştı.

Şimdi ölüydü işte. Ölü bir adamdı. Huzura kavuşup sakinleşmiş ruhuyla bir bütün, ölü bir adam..

20091218

plath.

dying
is an art, like everything else.
i do it exceptionally well.

i do it so it feels like hell.
i do it so it feels real.
i guess you could say i've a call.

20091217

volants, still.

hala uçurtmalar'ı okuyorum ve kitaba her sayfada biraz daha aşık oluyorum. inanılmaz bi kitap. romain gary'nin yazdığı bütün kitapları edinip ölümüne okumak istiyorum. okumazsam yaşayamıyorum bu ara. gerçekten. hep böyle. canım alkol istiyor. dünkü vodka portakalın tadı hala dudaklarımda. zaten ondan beri pek bişey de yemedim. birazcık ıspanak o kadar. televizyondan lynyrd skynyrd sesleri yükseliyor. free bird. forrest gump varmış çünkü yarın.

if i leave here tomorrow. would you still remember me?

20091215

volants.

bunca zamandan sonra yeniden yalnız olmak gerçekten ilginç ve bir o kadar da garip bir duygu. bilmiyorum, sabahları kalkıyorum. okula gidiyorum yine. yemek yemeyi unuttuğum oluyor. zamanın çabuk geçmesi için elimden gelen her şeyi yapıyorum. laboratuvardan çıkmıyorum. elementleri karıştırıp, yakıp, patlatıp, söndürüp zihnime oyun oynuyorum. düşünmesine izin vermiyorum sanki.

ama düşünmeyerek yanlış şeyi yapıyorum. bunu dün geceki kabusumla çok daha iyi anladım. değişmeyen tek şey kabuslar sanırım, şiddeti biraz daha arttı. karabasan nedir ne değildir bilmiyorum ama, dün gece gördüğüm şeyle bir alakası olduğu yönünde kuvvetli şüphelere sahibim. sıçrayarak uyandım ve kendimi en güvenli sığınaklarımdan birinde, kitaplarımda buldum. 2'den 4 buçuğa kadar, kafamı kaldırmadan okudum.

romain gary'i her zaman sevmişimdir. tarzını, aşka, hayata bakışını, bilinmeyen benliği emile ajar'ı. herşeyini. ama les cerf - volants yani "uçurtmalar" gerçekten inanılmazdı. itiraf etmeliyim, ludo'nun herşeyi bana onu hatırlattı. gözlerini kör eden aşkı, kızın kötü yanlarını sürekli görmezden gelişi, onun yanında konuşamayışı ve ilişkideki yeri. her zaman sevmeyi daha iyi bilen taraftı. ("bazen sadece sevmek yetmez, sevmeyi öğretmek gerekir.")

bu yazıyı niye yazıyorum bilmiyorum, sadece rahatlamaya ihtiyacım var. ama devam ettiremeyeceğim sanırım.

"Ama sen, bir kimseyi ya da bir şeyi seversen, ona senin olan her şeyi, hatta sen olan her şeyi ver, gerisiyle uğraşma."

6 ay boyunca bunu, sadece bunu yaptın. ne var ki benim biraz beceriksiz ve fazlasıyla gerçekçi olduğumu bilmiyordun.

günaydın, iyi geceler..

20091201

school's out.

şu anda türevin işlendiği bir matematik dersi yaşanmakta. Arka sıralarda iki kişi bağırıyor. Biri hocanın taklidini yapıyor ve ben gerçekten sıkıntıdan patlamak üzereyim.

-1'e sağdan yaklaşıyormuşuz. Sapıkça. Yanımdaki ayşe kulin'in türkan isimli kitabını okuyor. Onun yanındaki ise deniz'in saçlarının çok temiz olduğunu vurguluyor. Üç sırayı birleştirdik ve sınıfın ortasında uzun bi sıra oluştu. Kimse türevi dinlemiyor. Semihim sınavda şu anda. Çıkşın çünkü sıkıldım.

Kesinlikle mutlak değerin içini sıfır yapan değer için her zaman türev vardır diyemeyiz. Yoktur da diyemeyiz.

Bi sağdan bi soldan yaklaşıyoruz.

İki şey söylemeliyim. Birinicisi, örnek bi sınıf değiliz ve ikincisi, matematik dersleri gerçekten çok sıkıcı.