20100516

victory.

ben ben ben.
garip bir iyileşme sürecindeyim. sürekli kendimi dinliyorum, kendimi iyi hissedeceğim şeyler yapmaya çalışıyorum..
kitaplar alıyorum.
sevdiğim şarkıları dinliyorum.

ve sanırım, iyiye gidiyorum.


bu arada, mutlu olmadığımı söyleyemem, bunu yapmanı istiyordum.

20100511

sangreal.

nasıl bunalıyorum, nasıl sıkılıyorum belli değil.
sürekli müzik dinliyorum ve beni tek rahatlatan şey bu.

20100509

julia.

Half of what I say is meaningless
But I say it just to reach you,
Julia

Bu şarkı beni inanılmaz dinlendiriyor. Bazen Sean Lennon'dan dinliyorum ve sesinin babasına ne kadar benzediğini her farkettiğimde hüzünleniyorum. Şu anda karanlık bir odadayım, tek duyulan, tuşlara bastığımda çıkan sesler ve Julia.

Sabaha kadar John Lennon dinlemek istiyorum ve bu isteğimi gerçekleştireceğim.

yarın erken kalkmam gerekiyor, sınava gireceğim. ama uyumak istemiyorum.

bir anda kafam boşaldı sanki, kelimeler uçtu gitti.

so i sing a song of love,
julia.

20100508

under the gun.

but she's an angel for sure
she just can't stop telling lies.

bu aralar killers'a takmış durumdayım, sabahtan başlıyorum, akşama kadar killers dinliyorum. favorim hot fuss albümü.

dersler üstüme gelmeye başladı. 2 ay bir an önce geçsin istiyorum. sürükleniyorum gibi ama hadi bakalım...

20100506

send me letters.

insanların el yazıları beni çok etkiliyor. biri oturup saçma sapan bi kağıda, en kötü yazısıyla ya da olsa bana bir şey yazdığında, o kağıdı dünyanın en özel nesnesi olarak kabul ediyorum ve ömrüm boyunca değişmiyor.

evimde bi' kutu var, ilkokuldan beri, insanların benim için yazdıkları şeyleri saklıyorum.

"şş konuşma, hoca bizi ayıracak yoksa"dan tut, "-sanırım F. sana bakıyor +ohaaa!" şeklinde notlaşmalara kadar.

harika bi' olay.

20100504

your mother should know.

küçüklüğümden beri kahve bağımlısı değilim. hatta bir sene önce içtiğim kahveyi şimdi içsem, saniyesinde kusarım. bir fincan kahveye olabildiğince süt doldurur, üstüne de 4 şeker eklerdim. siyah kahve olurdu sana beyaza yakın bir bej.

kahve içmeye ortaokulda, gilmore girls'le birlikte başladım. anne kızın sabah akşam koyu koyu kahveleri içmelerine hayrandım resmen, onlar için bir ritüeldi bu. onlar gibi içemiyordum elbette, benim içtiğim şerbet gibi bir şeydi ama olsun, içiyor muydum sonuçta, evet! derken lise 3'te, öss çalışmalarıyla birlikte, kahve içişlerim sıklaştı. geç saatlere kadar uyanık kalmaya başladığımdan, sürekli içiyordum. eskisi kadar şekerli olmasada, yine fazla şekerli ve fazla sütlüydü. zamanla şekeri azalttım, bunu yapmamla birlikte kahvenin o kendi tadını aldım ve buna aşık oldum.

şu anda şekersiz içiyorum kahvemi. kahvaltı etmiyorum, koca bir bardak kahveyle yetiniyorum. süt eklemekten vazgeçmedim hayır, ama onu da oldukça azalttım. şu anda içmekte olduğum kahvemle mutluyum.

işte bu da kahve tarihçemdir. gilmore girls ya, hey gidi.

20100503

so, tell me i am reckless.

ingilizcede çok sevdiğim 3 kelime var. mosquito, reckless ve spectacle. altın üçleme.
inanılmaz can sıkıntıları içerisindeyim, içimden geldiği gibi, aklıma ne geliyorsa yazacağım. haziran ayı yaklaştıkça içime sıkıntılar basıyor, açıklayamıyorum.

yaz gelsin, izmir'e gideyim, tamam çok istiyorum, ama farklı işte. değişen çok şey var. bi kere, en son izmir'e gidişim mükemmeldi.

en yakın arkadaşımla taksim'de sabahın köründe buluşmuş, gloria jeans'de mükemmel bi kahvaltı etmiştik. ve oraya beni geçirmek için gelmişti sadece. ardından, resmen mutluluktan uçarak havaş'a binmiş, soluğu abiha gökçen'de almıştım.

ve ardından, İzmir. sevgilimi görüşüm, alsancak'ın her santimetrekaresini dolaşmak, onun evi, skid row, say hello to heaven ve diğerleri. yapılan, ama yemediğimiz yemekler, şunlar, bunlar.

bu yaz, beni kimse uğurlamayacak havaalanına. izmir'den karşılayan da olmayacak. hiç bir şey bıraktığım gibi değil, çoğunluğu da benim suçum denilebilir aslında. hayat gerçekten garip. en yakın arkadaşım bana tekmeyi koydu, bense sevgilimden ayrıldım. duygular neden bu kadar sıklıkla değişiyor acaba?

herneyse. iki gündür aerosmith, beatles ve lou reed'den başka bir şey dinlemez oldum. yine altın üçleme. yemek yemek istemiyorum hiç, sanırım corn flakes ile beslenen bir organizmaya dönüştüm. başım ağrıyor şu anda.

odama çıkıp ders çalışmam gerekli. sümkürüp duruyorum, nasıl bu kadar sık hasta olmayı başarıyorum acaba? sesim de kısıldı gibi.. sanırım artık kimse okumuyor burayı. evden ayrıldıktan yıllar sonra, çocukluk odama dönmüş gibi hissediyorum.

burayı seviyorum, benim için çok değerli. hayatım burada yatıyor, eski yazıları okumalıyım bir ara, ama bunun bende yaratacağı etkiyi tahmin ettiğimden, yapmayayım diyorum.

öyle.