20100128

the fall.

ne iğrenç bir gün bu. hava kötü bir kere. hava kötü, çünkü ben fotoğraf makinem veya çizim defterim elimde, uça coşa taksim'e ne bileyim ortaköy'e falan gitmek yerine, dersaneye gideceğim. yoksa böyle bulutlu ve yağmurlu havaları severim. özellikle yağmurlu. kendimi yağmurdan korumak konusundaysa oldukça başarısızım, şimdiye kadar hiç şemsiyem olmadı. olsun da istemiyorum, yağmurda perişan olmak güzel bir his.

sonra saçların hindileri utandıracak derecedeki kabarışını lütfen geçelim.

evden çıkmama 1 saat kaldı. en azından, teorik olarak 1 saat içinde hazır ve nazır, otobüs durağında olmalıyım. ama en ufak bir kıpırdanma gösterdiğimi söyleyemem. discovery channel'ın karşısında çivilenmiş durumdayım yine ve yapmam gereken telefon konuşmaları beni HAYVANLAR GİBİ geriyor. önce hocamı arayıp özel dersi yarına atması için yalvarmalı, sonraysa babamı arayıp ya ben bugün de gelmiyorum sana demeliyim. evet.

günlerdir annemle kalıyorum ve bu 4 yıldır ilk yalnız kalışımız. günlerdir, ilkokul zamanlarımdaki gibi bir yaşantımız var. sadece ikimiz, televizyon karşısında yemek yerken, salak diziler izlerken ve birlikte uyuyup, yatmadan önce milyon tane geyik yaparken... tek söyleyebileceğim, ben bu kadını gerçekten, ama gerçekten çok özlemişim.. babama dönecek olduğumu düşündükçe ağlayasım geliyor. çığlık çığlığa ağlamak istiyorum, ama kendimi bırakırsam toparlayamayacağım gerçeği, bi bardak daha vodka koymama sebep oluyor ki henüz kahvaltı zamanım.

bunu da bırakmalıyım bence, ama nasıl. dün annemin facebook'unda oyun oynarken, tesadüfen arkadaşına yazdığı bir notu gördüm, ceren bende, yanımda olduğu için çok mutluyum. nasıl gidebilirim ki ben şimdi? ama babamın sorun çıkaracağından adım gibi eminim ve üstelik anneme daha fazla alışmak istemiyorum. zaten şimdiden boka batmış durumdayım, ondan ayrıldığım anda acaip bir yıkım içerisine gireceğimi biliyorum. çünkü onun bana verdiği sevgiyi ben çok özlüyorum, çok özlüyorum.

daha fazla içimi dökesim yok, sadece from the inside out, we will fall demekle yetiniyorum.

20100122

sleeping disorders.

gece 3'ten beri uyanığım. artık kabuslar mı dersin, beni öldürenler mi, öldürdüklerim mi, bilinçaltımın son numarası olan uyku felci mi, bilmiyorum evlere şenlik. REM atonia da deniyormuş buna, yemin ediyorum ağzıma sıçıldı. ama sanırım hak ettim ben bunu, zira belirtilere bakıyoruz;

  • Sırtüstü yatmak
  • Düzensiz uyuma saatleri; şekerlemeler, çok veya az uyumak
  • Fazla stres
  • Ani çevre/yaşam tarzı değişiklikleri

hepsi var. vücudum eeh, sikerim ama ha şeklinde tepki verip aklımı başıma mı getirmeye çalışıyor nedir? hayır, insomnia da var bende yani, az uyuyorsam benim değil yine vücudumun suçu. anlamıyorum, fenalardayım. sonuç olarak bu uykusuz gecenin bana verdiği şeyler; elektrostatik I testleri, arkadaşlara yazılan bir kaç mektup, 1 litre kakaolu süt, güneşin doğuşu.

eskiden saatlerce uyurdum ben. o dönemi çılgınlar gibi özlüyorum şimdi, değerini bilememişim. hani şu tamam, bildim bileli uykularım kesintili ve huzursuz olmuştur, ama önceden daha uzun uyuyabiliyordum. şimdi fix kalkma saatlerim oluştu. 1 buçuk 2 gibi yatıp 4'te kesin bi kalkıyorum. kabus görürsem, zaten arada yüz kere kalkıyorum. hayır korkmuyorum da artık, keşke görülecek ne kadar kabus varsa kesintisiz görsem de uyanmasam.kabuslar da baya yaratıcı yalnız. adam öldürüyorum ama öyle böyle değil, kesmeli biçmeli. en son birini şerit şerit parçaladığımı gördüm mesela. testere halt etmiş. benim öldürdüklerim iyi de, öldürüldüğüm rüyalarda sinirleniyorum.uyanmasam problem yok. ama kabus gördün, haydee uyan diyen bilincimi sikeyim afedersiniz. oyuncağa döndüm. bi yerden sonra vücut kendi kendine sinirlenip uyumuyorum lan diye tepki verdi ve insomnia'ya çevirdi. kendi kendiyle kavga eden tek bünye de benimkidir sanırım.

sinirlendim anasını satayım.

20100119

cohen.

içimde çılgınlar gibi bir leonard cohen aşkı var. sanırım havadan falan. ama dinlemediğim an bile kulaklarımda adamın buğulu sesi. bi garip.

when she came back,
she was nobody's wifeee...


iki gündür kahvaltımı alkolle yapıyorum. bir gün cin, bir gün vodka. bu arada, kar tuttu burada, nasıl da mutluyum bilinemez gençler...