20090805

Deep Purple.


Deep Purple dinledikçe aklıma konser gecesi geliyor. Hakettiği kadar da yazamadım ben o gece hakkında, kendime gelince yazarım diyordum. Anca geldim, ahaha.. Sometimes I Feel Like Screaming'i dinlerken yeniden aşka geldim ve dedim, hadi yaz artık.

Bu konsere gitmem tamamen sürpriz oldu benim. Yani aslında, tarih belli olduğundan ve biletler satışa çıktığından beri gitmek istiyordum, annemin başının etini yemiştim ve "tamam ben bileti ayarlarım" demişti o da bana. Ve ben temmuz ayına kadar, oley lan Deep Purple konserine gidicem resmen şeklinde mutlu ve huzurlu bir yaşam sürdüm. Derken uğursuz bir gece, annemin telefonuyla bütün sinirlerim bozuldu. Biletler ayarlayacağı arkadaşı son anda yan çizmişti, o arada da bilet fiyatları fırlamıştı, yani avantajlı dönem çoktan bitmişti.

Annem, "neyse bakıcaz artık bişeyler" diyordu falan ama, zaman da hızla ilerliyordu. 18 temmuz oldu, annem hala bakıcaz diyodu. Asıl problem gidecek kimsenin olmamasıydı. O biletleri ayarlayabilseydik annemle birlikte girerdik, ama şimdi para verip de ancak bi tane bilet alabilirdik. "Bul birini, ben alırım bileti o zaman." dedi. Ve inanılmaz ama, birlikte gidecek bi tane insan evladı bulamadım. Şehir sınırları içerisinde, bu potansiyele sahip herkes unirock peşindeydi. Dila da ayarlayamadı, kaldım mı dımdızlak.

Bilet de alabirim, bu sefer kendi yüzümden gidemiyor durumuna düştüm. Yani sorun bendeydi birini bulamamıştım, yoksa annem elinden geleni yapmıştı. Tek giderim lan nolcak yaa diye anneme uyguladığım baskılar sonuç vermedi. Böyle bombok geçen günlerin ardından, 19 Temmuz Pazar gününe ulaştık.

Konser ertesi gün, hala benim hiç bişeyim belli değil, sinir olmuşum oturuyorum. Annem aradı ve, "hadi biletini alalım ben gidebileceğin birini buldum." dediğinde, kalp atışlarım Steve Morse'un kulağına kadar gitmiştir, eminim.

Biletleri aldık ve ben, son anda, DEEP PURPLE KONSERİNE GİDİYOR oldum. Şimdi böyle son günde hallolunca, idrak edemedim haliyle. Oldukça sakin vaziyette dolanıyordum ortalarda. Ertesi gün oldu, evden çıktım, hala konsere gideceğimin farkında değildim. Ama ne zaman ki kuruçeşme'ye girdim, ne zaman ki koluma sahne önüne geçmemi sağlayan o kutsal lacivert bileklikleri taktılar, ben dedim OHA KONSERDEYİM. Elimde bi bardak bira vardı, AC/DC çalıyordu ve ben Deep Purple konseri için bekleşiyordum.

Ortam mükemmeldi. Sahne önü kalabalık değildi. Hele Metallica'da elli bin kişiyle, düşecek yer olmadan tepinen biri için, hiç kalabalık değildi. Kendilerini riske atmak istemeyen, gerçek Deep Purple nesli sahiplenmişti önü. Never Too Old To Rock tişörtlü amcadan, torunuyla konseri izlemeye gelmiş teyzeye kadar, coşkulu bi kalabalıktık ve geri kalan izleyiciler, sahne önündeki dedelerimiz yaşındaki kalabalığa saygıyla bakıyorlardı. Genç yaşında bu grubun arasında kalmış bi kaç kişiden biri olan ben, direkt sırıtıyordum orda.

Grubu beklerken, sahneye en az Deep Purple kadar yaşlı elemanlar çıktı ve soundchecke giriştiler. Çok güldük, elemanları da onlar gibi diye.. Kimbilir birlikte kaç yıl çalışmışlardır. Derken grup çıktı. İddiasızca, herhangi bir şova ihtiyaçları da yok zaten, bir anda çıkıp çalmaya başladılar. Heyecanım ve idrakım o anda tavan yaptı işte. Gelmiştim, buradaydım ve notaları kanımda hissedebiliyordum.

Konser genel olarak çok iyiydi, grup yaşına göre, mükemmeldi. Sorun seyircideydi aslında, Smoke on The Water kalabalığı hakimdi. Şarkıların çoğunu tanımıyorlardı. Hani konsere geliyorsun, insan merak etmez mi kim bu adamlar, nasıl şarkıları var diye..

Işıkçılar çok iyiydi. Bilmiyorum, buna dikkat eden tek cins ben miyim? Smoke on The Water'da,

Smoooke on the waaaateeeer
Fire in the sky!


Işık düzeni aynen bu şekildeydi ve ben renklere mi dikkat edeyim, şarkıya mı bilemedim.. Bi de.. Söylemeden geçemiycem, STEVE MORSE İNSAN ÜSTÜYDÜ. Bütün konser boyunca, sağda durdu. Yani önümde. Tam önümde. Tam bir fangirl potansiyeliyle,

"STEEEEEAAAAAAAAAAYYYV!" şeklinde çığlıklar attım, kendimi - bi şekilde - duyurmayı başardım. İki-üç saniye gibi kısa bir süreliğine bana baktığında öpücük gönderdim, gitarını eğerek o mükemmel gülümsemelerinden birini yolladı.

Böyle işte, mükemmel bi gündü, hala etkisinden kurtulabilmiş değildim.

ps: Baba, istediğin kadar dalga geç, yaşı umrumda değil.

Hiç yorum yok: