20090501

22:18

Şu son iki günde öyle saçma sapan şeyler yaşadım ki, nasıl hala emo olmadığıma şaşırıyorum. Okul hayatım dokuzuncu sınıfın başından bu yana çalkantılı, kızların sevmediği kız modeli olmamın da büyük bir katkısı var bu işte, sağolsun.

İnsanların düşüncelerine göre, çabuk sinirleniyormuşum ve zor biriymişim. Oysa ben arkadaşlarımı korumak için her şeyi yaparım. Sırf tek başına kalmasın diye, onun için disipline gitmeyi bile göze alarak okulun en azılı öğretmenine çıkışan ben değil miydim? Neden böyle şeyler çabucak unutuluyor acaba?

İlk dönemin sonunda taban tabana zıt olduğumuzu sonunda idrak edince, birbirimizden uzaklaşmıştık. Aslında bu uzaklaşma benim kararımdı ve alenen yapılmış bir şey değildi. Hissettirmeden mesafe koyuyordum araya. Çünkü bitmeyen dizi muhabbetlerinden, sanata uzak oluşundan ve en basiti, birlikte kitaplardan bile konuşamamızdan bıkmıştım.

Üstelik kararsızdı, bir söylediği bir söylediğini tutmazdı. Ona sorarsanız her zaman sorunları vardı, haksızlığını perdelemek için bunları öne sürer ve ağlardı.

İnsanların şu saçma zaafını bilirsiniz. Hani ağlayan birini hemencecik zavallı ilan etmelerine yarayan o saçma dürtü. Her tartışmamızın sonunda ağlardı ve beni bir canavar ilan ederdi. Sınıf bana tavır alırdı, onu ağlatmıştım! Onun ailesiyle sorunları vardı. Ama anlamadıkları şey şu ki, benim bir ailem bile yoktu! Tek suçumsa, bunu ağlayıp zırlayarak sınıfın ortasında ilan etmememdi sanırım.

Sanırım ömrümün sonuna kadar en büyük problemim bu olacak. Duygu sömürüsü yapma yeteneğinden yoksun olmak. Peki. Herneyse, birinci yarının sonundaki yarıyıl tatilinde, kesin bir ayrılık başladı. Onunla ve sürekli bizimle olan diğer kızla. Onun için dostumdu diyemem, hayatımda gördüğüm en bağnaz insanlardan biriydi ve sürekli düşüncelerimi garipserdi.

Ayrılık benim isteğimdi, evet, ancak ortada atılan bir kazık yoktu ki! Nedense okul yeniden başladığında adam öldürmüşüm gibi davranmayı tercih ettiler. Hayatta kaldım, her zaman yaptığım gibi. Kitaplarımla, çizimlerimle ve müziğimle yaşamımı sürdürüyordum rahat bir biçimde.. Derken bir gün, her sene yaptığımız tiyatroda benim de olmam gerektiğini söylediler.

Bunu unutmuştum. Hayır, unutmamıştım, ama imkanlar dahilinden çoktan çıkarmıştım. Eğleneceğimi düşündüm, o tiyatroları her zaman sevmiştim. Hem de başından beri olmasını istediğim şeyin olacağını düşündüm, sonunda o saçma sapan düşmanlığa son verip beni "herhangi biri" gibi görebileceklerdi. Kabul ettim ve çalışmalar başladı.

Tahminim doğruydu, hatta fazlası vardı. Beni herhangi birinden daha fazlası olarak görüyorlardı. Barışmak istenilen bir eski sevgili gibi. Arada sorunlar olmuyor değildi, başkasından duydukları saçma sapan dedikodulara inanıp olay çıkartıyorlardı. Sıkılıyordum ama idare ediyordum. Zaten yanında o "ikinci kız" oldukça, yeniden yakın olmayacağımızı biliyordum. O her zaman başkalarına çabucak inanırdı ve ikinci, onu rahat bırakmazdı. Durmadan ne kadar can sıkıcı biri olduğumdan bahsettiğine emindim.

Bir gün onu ağlarken gördüm ve lanet olsun ki o tanıdık dürtüye engel olamadım. Ne olduğundan bana neydi ki? Ama kahretsin ki, gittim ve sordum. Konu oldukça garipti. Bir arkadaşı ona "benimle gereğinden fazla yakın olduğunu" söylemişti ve 'ikinci' de bu fikre katılıp onu sıkıştırmıştı. Neden insanların kendisine bu ladar karıştığını merak ediyordu, her detayı başkalarına anlatıp yönlendirme beklediğinin farkında bile değildi ki! Onlara bu hakkı bizzat kendisi veriyordu.

Canım sıkılmıştı. Ama, konuşmamaya başladığımızda hakkımda ileri geri konuştuğu için oldukça pişman olduğunu söyledi. Ben aynısını yapmadığım için suçlu hissediyordu. Ve ben, kusursuz bir gerizekalılık örneği gösterek bu özrü kabul ettim. O sırada 'ikinci', suç kendisinde değilmiş gibi yanımıza gelip ona sarıldı. Onu ağlarken görmeye dayanamıyormuş.

O gün herşey eskisi gibi oldu. İyi gidiyordu. Tiyatro çalışmaları, izinler, uğraşılar derken taksim'de bir sahne kiralamayı başarmıştık. Artık daha da çok uğraşmamız gerekiyordu. Müzikler, efektler derken yüzlerce ses bulmuştum ancak gereken ilgi gösterilmediğinde kızıyordum. Bu hepimizin işiydi ama ben dahil herkesin doğruları farklıydı.

Bir gün kavga çıktı. Konu, onun moralinin bozuk olmasıydı. Morali bozuk olduğunda her şeyden şikayet ederdi ve hiç bir şeyin güzel olacağına inanmazdı. Oynamayı reddetti, oynadı ancak en düşük performansıyla. Yeteneğini kullanmıyordu bile! İdare etmeye çalışıyorduk, "yine ailesiyle kavga etmişti." Bense, çok yakın bir akrabam ölümle cebelleşmiyormuş gibi sakindim. Surat asıklığımın nedenini izah etmiştim, bu geçmiş olsun dileklerini kabul ettim ve konu unutuldu.

Tabii ya, ağlayarak söylememiştim ameliyat olacağını, riskli olduğunu. Sorun buydu, bir kaç saçma gözyaşı. Oysa ailesiyle olan kavgasını her fırsatta öne sürüp üstüne bir de ağlamıştı. Evet, ağlamıştı, ben ona çıkışıp en sonunda da salonu terkettikten sonra. Elbette ki ağlamıştı, buna neden şaşıracaktım ki?

Olanca sinirimle bahçede bir kaç saat oturdum. Geç de olsa biri yanıma gelmişti. Sakinleştirmeye ve salona dönmemi sağlamaya çalışıyordu. Konuşmamız gerektiğini söylediler, ben de döndüm. Ancak sonuç, en güvendiğim insanların, (ki ona güvendiğimden daha fazla güveniyordum diğerlerine) karşıma geçmiş, "huzur bozduğumu, ya durumu düzeltmem gerektiğini ya da,
başka birini bulacaklarını" söylüyorlardı. Bir saniye daha bile oturmadım. Başka birini bulmalarını söyledim sakince ve orayı terkettim.

Hocaya gidip beni istemediklerini söylediklerini sonra öğrendim. Arkadaşım dediğim insanların, emeklerimi hiçe sayarak bana bunu yapmalarını hala kaldırmış değilim. Zor anlarında yanlarında olduğum, birlikte bir şeyler paylaştığımız, her gün ailemden fazla gördüğüm insanların..

O'nun bunu yapışına şaşırmıyorum. Problem, ekipte yer alan iki "dostum" idi. Aramızın gerçekten iyi olduğunu düşünüyordum, onların da düşünceleri farklı değildi.

Artık dostum olmadığına göre, problem de yok.

bunu rahatlamak için yazdım aslında. ancak bir fark hissetmiyorum.

Hiç yorum yok: